Rizede Ölüm Adetleri
CENAZELERLE İLGİLİ UYGULAMALAR
Diğer bölümlerde mümkün olduğunca Rize’ye has olan geleneklerden bahsetmeye çalıştık. Cenazeler konusu diğer konulardan çok farklı bir karakter arzediyor. Burada dini olanla gelenekten gelen birbiri içine girmiş bulunmaktadır. Bu ikisini birbirinden ayırmaya kendimizi yetkili görmüyoruz. Bu yüzden ölüler ve defin işleri ile ilgili hususları bir ayırım yapmadan halkın inançları ve uygulamaları olarak olduğu gibi anlatmaya çalışacağız. Bu anlattıklarımızın bir kısmı dinin emirlerine dayalı ve dinin uygulamalarıdır. Bir kısma da yapılagelmekte olan ve gelenek halini almış inanışlardır.
A- ÖLÜM
Ölmek üzere olan kimse eğer mümkünse sağ yanının üzerine döndürülür ve yüzü kıbleye doğru çevrilir. Hastanın durumu buna müsait olmazsa sırt üstü yatırılarak başı biraz yukarıya kaldırılır. Böylece yüzü de kıbleye dönmüş olur. Hastanın şuuru yerinde iken ve can çekişmeye başlamadın önce ona telkinde bulunulur. İşitilecek bir sesle şahadet kelimesi getirilir ve ona duyurulur. Hasta bu söyleneni tekrar eder veya içinden tekrar ettiği kabul edilir. “Eşhedü en lailahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluhu”. Hastanın şuuru yerinde değilse yanında Kur’an okunur. Şuuru yerinde olan hastalar da Kur’an okunmasını isteyebilir.
Ölüm vuku bulunca ölünün gözleri hafif hareketlerle kapatılır. Geniş bir bezle çenesi baş üstüne bağlanır. Maksat çeneleri birleştirmek ve ağızı açık bırakmamaktır. Sonra elbiseleri soyularak bir örtü ile örtülür ve bir sedir üzerine yatırılır. Şişmemesi için de karın üzerine bir demir parçası konur. Kolları uzatılır ve ayaklarının iki baş-parmağı birbirine bağlanır.
Cenab-u Allah insanı hayatı boyunca dünyada durdurur. İnsan dünya içinde belli olan eceli gelinceye kadar, nzkı tükeninceye kadar ve ezelde takdir edilmiş olan amelleri bitinceye kadar durur. Dünyadaki ölümü yanaştığı vakit dört melek nazil olur. Bunlardan biri ruhunu sağ ayağından, biri sol ayağından, biri sağ elinden, biri sol elinden çekerler. Ölmekte olan kişi karşısındaki meleği ameli ne şekilde ise o şekilde görür. Eğer günahkar ise karşısındaki meleği şeytan gibi görür.
Hasta yanında çok söz söylenmez. O ölüm anında çok meşakkat içindedir. Eğer ölünün ağzından lüabi akmış, yüzü kızarmış, gözü göğermiş ise o insanın günahkar olarak öldüğü kabul edilir. Eğer ağzı sıkı, yüzü gülümsüyor ise o insana ahirette kavuşacağı nimetler teşhir edilmiştir demektir.
İnsanın ölüm anı şöyle tarif edilmektedir. Ölüm anında ceset terler, ölünün gözleri iki tarafa gider, burnunu iki tarafı çekilir, göğüs kemikleri kalkar, soluğu kabarır.
Eskiden kefen bezi olarak “feretiko” yani kendir bezi kullanılırdı. Her yaşlı kişi “kefenlik” diye bir miktar kendir bezini her zaman hazır bulundurur ve cenazede dağıtacağı peşkirleri de önceden hazırlardı. Cenazeyi kaldırmak üzere bir miktar para ayırmak da adettendi. Buna “gömülmeklik” denirdi.
Cenazeyi sesle ağlamak geleneği de vardı. Ölünün yakınları, yani kızı ve gelini ölüyü sesle ağlarlardı. Buna da “sayı kurarar ağlamak” denirdi. Bu sesle ağlama geleneğine bu gün de rastlanmaktadır.
Ölüm, günün çok erken saatlerinden vuku bulmuşsa defin öğle namazından sonra yapılırdı. Eğer gün ortası ölmüşse ertesi gün öğle namazı beklenirdi. Gece ölüyü defnetme adeti Rize’de bulunmamaktadır. İkindi namazından sonra ölüyü defnetme olayı da nadir görülen hususlardandır. Cenasenin ne zaman defnedileceği hemen kararlaştırılır ve ölünün yakınlarına haber verilerek defnedileceği günün sabahı bir kaç camiden selası verilirdi.
Cenazeyi defnetmek için en yakın komşularından başlamak üzere hısım akraba işbirliği yapar gerekli hazırlıkları başlatırlar. Öncelikle yapılacak şey mezarın kazılması, mezar kalaslarının yontulması, tabutun hazırlanması ve harcın alınması. Mezar köyün veya mahallenin kabristanlığında kazılır. Eskiden her caminin çevresinde o caminin kurucuları ve cemaatin ortak bir kabristanlığı vardı. Bugün yer yokluğundan ve organize noksanlığından olacak yeni kabristanlar kurulamıyor. Ölüler yer yer kendi arazileri içinde bir yere defnediliyor. Şehirlerde belediye kabristanlıkları bulunuyor.
Rize’de ölüler tabutla gömülür. Eskiden tabutun biran önce yapılmasına başlanılmalı idi. Çünkü tabut o zamanın aletleri ve imkanları ile yapılır ve yapılması zaman alırdı. Ölü tabutla mezara konunca tabutun üzerine kalın kalaslar dizilir. Bu kalaslar düzgün kızıl ağaç kütüklerinin ikiye bölünmesi ve balta ile yontulması ile elde edilir. Buna yöresel olarak “ğoncidi” denir. Mezar komşular tarafından kazılır veya fakire bir ücret karşılığında kazdırılır. Ölenin mali durumuna göre gömülmeklik hazırlanırdı. Cenazede fakirlere iskat dağıtılır, erkeklere havlu veya peşkir. kadınlara çember, başörtüsü, hocalara abaniye, çocuklara findik, bisküvi veya simit verilirdi. Ölüyü yıkayanın hakkı entarelik, kumaş, para veya feretiko olarak ödenirdi. Bu gün de bu aletler azalarak devam etmektedir.
B)ÖLÜNÜN YIKANIP KEFENLENMESİ VE DEFİN
Defin işlemi ertesi güne kalacaksa ölüyü bekleme adeti vardır. Ölünün bulunduğu odada veya uygun bir yerde komşulardan bir kaç kişi uyumadan sabaha kadar bekler. Ölüyü yıkamak için tahtalar yanyana getirilerek teneşir hazırlanır ve yıkama suyunu ısıtmak için büyük bir kazan kullanılır. Ölünün yıkanacağı oda muhafazalı ve bu işe uygun olmalıdır. Yıkama için ayrıca maşraba, sünger, sabun, nalınlar ve dolaylıklar hazırlanır. Erkeği genellikle o yerde görevli olan imam, kadını da bu işlerden anlayan bir kadın yıkar. Yıkama ücreti için pazarlık edilmez hediye olarak ne verilirse o kabul edilir.
Ölü teneşire arkası üzerine yatırılır. Teneşirin çevresi kokulu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir. Yıkayıcı niyet ederek ve besmele çekerek yıkama işlemine başlar. Cenazenin avret yerlerine bakmak doğru değildir. Göbek altından diz kapaklarına kadar olan yerler avret sayıldığı için ölülerin bu kısımları bir bezle örtülür. Bu kısımlara ne hariçtekiler ne de yıkayıcılar bakamaz. Ölüye önce abdest aldırılır. Abdest aldırma işlemi şöyle olmaktadır. Cenazenin ağzına ve burnuna su verilmez. Önce yüzü yıkanır. Yıkayıcı parmağına sardığı bir bezle veya çıplak parmakla ölünün kulaklarının içini ve dışını, burun deliklerini ve göbek çukurunu temizler, ellerini ve kollarını yıkar, başını mes edip ayaklarını yıkar. Çocuklara böyle bir abdest aldırılmaz. Abdest alma tamamlanınca ölüyü yıkamaya sağ taraftan başlanır. Önce sağ tarafına üç kere su döküler yıkanır, sonra sol tarafına üç kere su döküler yıkanır, daha sonra bütün vücuduna üç kere su dökülür. Yıkama işi bitince kefenlenir.
Erkeklerin kefeni kamis, izar ve lifafeden ibaret olmak üzere üç kattır. Kadınların kefeni ise bu üç parçaya bir baş örtüsü (Hımar), bir göğüs örtüsü (Hırka) ilavesi ile beş kattır.
Kamis bir gömlek gibidir. Boyun kısmından ayaklara kadar uzanır. Yen ve yakası bulunmaz, etrafı da oyulmaz.
İzar baştan ayağa uzanan dar bir etekliği andırır.
Lifafe ise, ölüye baştan sona sarılan bir sargı bezi gibidir. Ayak ve baş tarafından düğümlenir izardan daha uzundur.
Ölü kadın ise saçları taranır, saçları ikiye ayrılır ve kefen giydirilmiş göğsü üzerine konur. Saçları üzerine yüzünü örtecek şekilde baş örtüsü yerleştirilir. En üste izar sarılır. İzarın üzerine de göğüs örtüsü bağlanır ve daha sonra da lifafe sarılır. Göğüs örtüsü lifafeden sonra da bağlanabilir.
Buluğ çağma yaklaşmış çocuklara da büyükler gibi kefenleme yapılır.
Ölünün saçları ve tırnakları kesilmez Ölü yıkandıktan sonra havlu veya benzeri bir şeyle kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği giydirilir. Ölünün başına, sakalına, secde yerleri olan alnına, burnuna, ellerine, dizlerine ve ayaklarına kafur veya benzeri güzel kokulu bir şey konur.
Cenaze yıkanana kadar ölünün bulunduğu evde Kur’an okunmaz. Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra tabuta konur. Tabut evin geniş bir yerine alınarak ölünün yüzü çok yakınlarına gösterilir. Burada Yasin’i Şerif okunarak dua edilir.
Duadan sonra tabut, yakınlarının omuzlan üzerinde evden çıkarılır ve cenaze namazının kılınacağı yere götürülür. Cenaze namazı ya caminin yanında ya aile mezarlığının bulunduğu yakın bir yerde kılınır. Hoca cenaze namazından önce cemaata vaaz-u nasihatta bulunur, cenaze namazını tarif eder ve cenaze namazın kıldırır. Namazdan sonra cenaze adına helallik alır ve uzun bir dua okur.
Cenazeyi mezara yakınları indirir. Cenaze tabutla defnedilir. Ölünün sağ tarafı kıbleye gelecek şekilde, tabut mezara yerleştirilir. Önceden hazırlanmış kalın tahtalarla üzerine çatı çatılır. Mezara toprak atılırken hoca, Yasin-i Şerifi okumaya başlar. Toprak atılma işi sona ererken mezarın iki ucuna önceden hazırlanmış “mezar patiları” konur. Mezar düzeltilir ve üzeri üçgen biçimine getirilir. Yasin-i Şerifin okunması bitince cemaat dağılmaya başlar. Bu sırada hoca, ölüye telkinde bulunur. Telkinde bulunmak demek, sual meleklerinin sorularının cevaplarını, ölüye hatırlatmak demektir.
Defin işlemi bitince mezara iki melek gelip Rabbin kim? Peygamberin Kim- Kitabın Nedir? Hangi dindensin? diye sualler sorarlar.
Dünyada iken bunları bilip tasdik eten kimse gayet güzel cevap verir ve onun için korku yoktur. ALLAH’ü Teâlâ onun kabrini cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirir. Ona cennten bir pencere açılıp cennetteki yerini görür. Dünyada yaptığı bütün iyilikler karşısına çıkar ve bu şekilde tatlı bir uykuya dalıp kabir azabı çekmez.
Eğer bunun tam tersi ise bu iki meleğin yüzleri siyahtır, gözleri şimşek çakar, dişleri yeri kazar ve saçları yer üzerine sarkmış sürünür vaziyettedir. Ölüye bu şekilde görünürler. Soluklan şiddetli esen rüzgar gibidir. Her birinin demir kamçıları vardır. Bu melekler ölüye şiddetle sual ederler ve cefa ile üzerler. Mezarın sol tarafından bir kapı açılır ve bundan yılanı, akrebi, kaynar suyu, zakkumu yani cehennemin azaplarını görürler, bunlar karşısında pek çok feryat ederler.
Kabir hayatı dünya ile ahiret arasında kalan bir hayattır. Bütün bunları gören ruhumuzdur. Ceset ölmüştür. Kıyamet kopunca ruhla beraber dirilecektir. Beden ruhun kafesidir. Ölümlü ruh, kafesten uçmuş bir kuş misali cennetten ayrılmıştır.
Eskiden cenaze günü ıskat, havlu, peşkir, çocuklara simit veya fındık, kadınlara tülbent dağıtmak adettendi. Iskat fakirlere, havlu ve tülbent herkese verilirdi. Zengin olan daha çok dağıtırdı. Bu adetler giderek ortadan kalkmaktadır. Bunun yerine hayır kurumlarına, Kur’an kurslarına, cami ve yol yapımlarına yardım edilmektedir.
Kadınlar cenaze ile mezarlığa kadar gelmezlerdi. Ancak cemaat dağıldıktan sonra mezarı ziyaret ederlerdi.
Eskiden ölü için para ile mevlit okutmak adeti pek yoktu. Ölü evinde akşamları Yasin-i Şerif okunurdu. Ölünün varisleri de ölü için Kur’anı hatm eder ve sevabını onun ruhuna hediye ederlerdi. Ölünün kırkıncı, elli ikinci gecesi ve sene-i devriyesinde evde Kur’an okunurdu. Elli ikinci gece etin kemikten ayrılacağı gece olarak kabul edilirdi.
Cenaze olan eve komşular yemek getirir ve cenaze evinde yemek piş-mezdi.
Ölü odasına kırk gün ışık yakmak, bir bardak su koymak adeti varsa da bu yaygın bir adet değildi.
Mezarın her iki başına birer taş koymak öteden beri gelen bir adettir. Zengin olanlar bu taşlan mermer kitabelerle değiştirirlerdi.
Derleyenler: Hatice KUTLU, Emine KIRBOZ, Ferihan DİZDAR, Hülya BİLGİ ve Nuray YAZICI.
Kaynak: Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları