Ağıt Nedir Ağıt Örnekleri ve Özellikleri Nedir

      29.11.2019
      737
      Ağıt Nedir Ağıt Örnekleri ve Özellikleri Nedir

      Alm. Lobgedicht (n), Trauerode (f), Fr. Ode Funéhre, İng. Dirge. Ölünün arkasından, ölünün iyiliklerini, ölümünden duyulan acıları manzum olarak, belli bir makamla söylemek. Daha ziyade meşhur kimselerin ölümünden sonra veya toplu felaketlerden sonra daha çok kadınlar tarafından söylenir. Erkekler daha ziyade ağlayarak değil de, yazarak söylerler.

      Türklerde ağıdın tarihi çok eskilere dayanır. Türklerde Orhun abidelerinde Bilge Kağan’ın ağzından kardeşi Kültigin’in ölümü ele alınır. Ayrıca eski Türklerde yuğ merasimlerinde kamlar veya bahşılar ölünün defni sırasında münasib bir zamanı gözleyerek kopuzları ile yas şiirleri terennüm ederlerdi. Divanu Lugat-it Türk’te “yug veya sagu” diye ağıttan bahsedilir. Alper Tunga’nın mersiyesi yanında başka mersiyelere de yer verilir.

      Ağıdın makamı ve söylenişi bölgelere göre değişir. Ağıt törenine belli kişiler değil, her isteyen katılabilir.

      Dünya milletlerinde ağıt, mersiye türünün ortaya çıkmasına sebeb olmuş ve şiirler yazılmıştır. Rivayete göre ilk mersiye, Habil’in ölümü üzerine hazret-i Adem tarafından söylenmiştir.

      Hemen her millette görülen ağıdın İslamiyetten önce Araplarda mühim bir yeri vardı. Bunun için para ile hususi ağlayıcı kadınlar tutulmuştur. Ancak İslamiyet’in gelmesi ile sevgili Peygamberimiz sesli ağlamayı yasaklamış ve bunun ölü için eziyet olduğunu bildirmiştir. Buna rağmen, ölünün yakınları bu acı karşısında yine kendilerini tutamayarak sesli şekilde ağlamışlardır. Bu en çok propaganda vasıtası yapılarak, müslüman toplulukların merhametini sömürmek için şiilerde görülmektedir. Bu fırka güya Peygamber torunlarının derdiyle dertlenmek için muharrem ayinleri yapmışlardır. İran edebiyatında daha çok bu konuyu işleyen zamanla bizim edebiyatımızda da bir tür olarak gelişen Maktel-i Hüseyn kısaca Maktel adlı eserler yazılmıştır. Buna karşılık İran edebiyatında, Mevlid türünden eserler yazılmamıştır.

      Sadece ölünün ardından değil, harplerin ortaya çıkardığı felaketler de ağıt şeklinde işlenmiştir. Bilhassa halk şairleri koşma nazım şekli ile uzun destanlar yazmışlardır. Bu durum yerine göre şahısların ölümü için de söz konusudur.

      Türk edebiyatında mersiye türünün mühim yeri vardır. Padişahların, şehzadelerin ölümü ile pek çok mersiye yazılmıştır. Bu durum günümüze kadar devam edegelmiştir. 

      Ağıt Örnekleri

      Türkiye Türklerini en fazla etkileyen ve hemen her aileden bir veya birkaç bireyin kaybedildiği önemli tarihi olaylardan biri de Türk Kurtuluş Savaşı’dır. Bu savaşta kaybedilen yüz binlerce Türk evladı için pek çok ağıt yakılmıştır. Bu durumu, Kurtuluş Savaşı’nda şehit olan Bayat’tan Ali Osman’a bacısı Şerife Aydın’ın yaktığı ağıtta açıkça görmekteyiz.

      Şafak söktü tan yerleri atıyor,
      Tren gelmiş acı acı ötüyor,
      Kardeşim şehit olmuş yerde yatıyor,
      Ak elleri kızıl kana batıyor.

      Ağıdın devam eden aşağıdaki mısraları, kardeşinin şehit olmasıyla kendisinin kimsesiz ve yalnız kaldığını düşünen ağıtçı kadının sözleri “feleğe sitem” ile doludur.

      İlkbaharda her çiçekler bezeri,
      Sonbaharda döker yaprak gazeli,
      Kardeşim şehit olmuş nerde mezarı?
      Felek beni taşa çaldı neyleyim.

      Felek sille vurdu ben oldum sersem,
      İyi olmaz dediler her kime sorsam,
      Varsamda hekime muayene olsam,
      İyi olmadık derdi hekim neylesin.

      Ben gurbeti geze geze yoruldum,
      Evvel altın idi şimdi pul oldum,
      Değer bilmez kötülere kul oldum,
      Felek beni taşa çaldı neyleyim.

      Kanatlarım yoktur çırpınıp uçmaya,
      Dizlerim tutmuyor karlı dağlar aşmaya,
      Ellerim ermedi helallaşmaya,
      Felek beni taşa çaldı neyleyim. ( Yaldızkaya1992: 36)

      Çanakkale Savaşı’nda; birçok eli kalem tutan, okur-yazar Türk genci şehit olmuş, niceleri sakat kalmıştır. Ağabeyi Çanakkale Savaşı’nda şehit olan bir kız tarafından yakılan aşağıdaki ağıt bunu ne güzel ifâde etmektedir:

      Çanakkale derler yeşil gavaklı,
      Mollaların mürekkebi boyaklı,
      Neçe gulların var ağaç ayaklı,
      Ağaç ayağınan gelsen n’olurdu.

      Çanakkale derler yeşil söğütlü,
      Neçe molla getti eli divitli,
      Bi mektup atayım üstü tahütlü,
      Mektubum ordunu bulur m’ola.

      Ağılıdır Çanakkale goyağı,
      Babamoğlu dizlerimin dayağı,
      İrengide bana benzer bayağı,
      Gurbanlar olurum babamoğluna.

      Edem gözelidi gıyıdan getmiş,
      Sürek öküz gibi boynunu bükmüş,
      Şu gevur dinsizi denklemiş atmış,
      Acep babamoğlun yudular m’ola.
      Yumadan gabire godular m’ola. (Yaldızkaya 1992: 39)

      Derlediğim bir başka Çanakkale ağıdı da, Suvermez köyünden Devecioğulları sülâlesinden, Macar Lâkaplı Salih’in Çanakkale’de şehit olmasıyla, annesi tarafından yakılan ağıttır. Ağıtta, yoğunlukla şehidin geride bıraktığı eşi ve çocuğunun ne olacağı endişesi vurgulanmaktadır:

      Hucûm demiş Alamanın zabiti,
      Yavrumun kefeni asker kabutu,
      Salına girmeye yoktur tabutu,
      Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
      Kefensiz gabire goydular m’ola.

      Topun dumanı da ağmış havaya,
      Gözlerim yavrumu dönmez sılaya,
      Goltuğuna girmiş çifte sıhhıya,
      Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
      Kefensiz gabire goydular m’ola.

      Çanakkale nerde, Suvermez nerde?
      Her ana dayanmaz bu zalim derde,
      Ahmed’in babasız eğlenmez evde,
      Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
      Kefensiz gabire goydular m’ola

      Derinimiş Çanakkale deresi,
      Goygunumuş şehidimin yarası,
      Acıya dayanamaz garip garısı,
      Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
      Kefensiz gabire goydular m’ola.

      Senin yavrum beşik ile belede,
      Yâdigarın galdı yavrum geride,
      Bir gelin eğlenmez ıssız bir evde,
      Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
      Kefensiz gabire goydular m’ola.

      Bir günüm doğarda bir günüm batmaz,
      Şu ıssız evlerde bir gelin yatmaz,
      Oğlumun yerini kimseler tutmaz,
      Yoksa yavrum seni vurdular m’ola,
      Kefensiz gabire goydular m’ola. (Yaldızkaya 1992: 37)

      Öyle ağıtlarımız var ki; Edirne’de, Yemen’de, Kudüs’te kalanları anlatır. Yedi kardeşinden bazılarının şehit düşmesiyle yüreği yanan Ahmet Çavuş (Urfalı)’un yaktığı ağıt, işte böyle bir ağıttır:

      Yedi gardaşıdık gazada ünlü,
      Hep gara bıyıklı yüzleri benli,
      Zeybek şalvarlı da hep çuha donlu,

      Ben bu derdin hangisine yanayım,
      Zencirler zapdetmez benim gönlümü.

      Halil yoğun güder içi guzulu
      Ali haba geyer golu sızılı,
      Gadir’in çocuklar gara yazılı

      Ben bu derdin hangisine yanayım,
      Zencirler zapdetmez benim gönlümü.

      Ali ağam Edirne’de oldu şehit,
      Garabıyık Yemen’de ünlendi yiğit,
      İbik Ağam Kudüs’te kaldı bi büyük,

      Ben bu derdin hangisine yanayım,
      Zencirler zapdetmez benim gönlümü.

      Âşık olsam ağır ağır söylesem,
      El kaldırsam şu gönlümü eğlesem,
      Şu gönlümü gıl ipinen bağlasam,

      Ben bu derdin hangisine yanayım,
      Zencirler zapdetmez benim gönlüm. (Yaldızkaya 1992: 41)

      Birleşmiş Milletler Kararıyla; 1950 Yılında, Güney Kore’ye yardım amacıyla, General Tahsin Yazıcı komutasında 5.000 kişilik Türk Tugayı da Kore’ye gönderilmiştir.Kore’ye ulaşan Türk askeri kendini çatışmanın içinde buldu. Mançurya sınırına yakın bir yer olan Kunuri’de, süngü muharebesi ile, bölgenin yabancısı olmasına rağmen efsâneler yarattı. Şehitler verildi, yaralananlar oldu. Üç yıl süren Kore Savaşı sonunda evlerine dönemeyenlere ağıtlar yakılmıştır.

      Anadolu’nun birçok yöresinden olduğu gibi, Emirdağ’dan da Kore’ye gidip de dönemeyenlerden birisi de Balişoğlu Eyüp Can’dır. Eyüp Can’ın şehit olması üzerine bir yakını aşağıdaki ağıdı yakar. Ağıtta, Türk askerinin Kore’ye gitmesini anlâmsız bulan Anadolu kadını, bunu “Kore senin vatanın mı, yurdun mu?” şeklinde ifâde ederken, O’na “Kırk belikli gelin almaya” ve “Yerine kardeşi Abdil’i göndermeye râzı olacağını” belirtir.

      İzmir’den mi kalktı Kore’ye gemi,
      Gemi gurban olam getir Eyüb’ü,
      Çok ağlattın anan ile Baliş’i,
      Kore senin vatanın mı, yurdun mu?
      Gayıbıdın oğlum şehit oldun mu?

      Şubeye vardım da künyen okundu,
      Emirdağ’ı başımıza yıkıldı,
      Dostumuz ağladı, düşman bakındı,
      Dön gel oğlum dön gel kurban oluyum,
      Sana kırk belikli gelin alıyım.

      Köprüden ağrında gel bir görüyüm,
      Görüyüm de gadın oğlum ölüyüm,
      Apdil’i yerine vesek veriyim,
      Bir günüm doğar da bir günüm batar.
      Kore dağlarında aslanım yatar.

      Kardeşinin şehit olması üzerine bacısı Zehra’da uzunca bir ağıt yakar. Ancak, ağıdın aşağıdaki mısraları hâfızada kalmıştır. Ağıtta; günlerce süren Kore yolculuğu “çığra yola” yani bir kişinin ancak geçebileceği ve kısa mesafelerde kullanılan yola benzetilirken, Kore evlerinin ufaklığı ve insanının küçük boylu oluşu Anadolu kadınının ağzından şöyle dile getirilir.

      Kore’ye gidiyor bir uzun çığra,
      Allah’ın aşkına Eyüb’e uğra,

      Eyüp bize biz Eyüb’e doymadık,
      Gelin alıp çeyizini dökemedik,

      Ufacıktır şu Kore’nin evleri,
      Benim gardaşımdır küçük beyleri. (Yaldızkaya1996: 6)

      Millî Kahraman Gâzi Mustafa Kemâl Atatürk’ün mezarının İstanbul- Dolmabahçe sarayından Ankara’ya nakledilmesi sırasında, Emirdağ yöresinin ünlü ağıtçı kadını Döne Öksüz (Halide’nin Döne) tarafından aşağıdaki ağıt yakılmıştır. Okuma – yazması olmayan ama ehl-i dil olan Anadolu kadını yaktığı ağıtta; “Anan kızı olsaydı yanarıdı derdine” mısrasında Atatürk’ün kız kardeşinin hayatta olmayışını, “Ne bir kızı kalmış ne de bir oğlu” mısrasında ise ulu önderin çocuksuz oluşunu etkileyici bir şekilde ortaya koymaktadır.

      Sana diyom sana Mustafa Kemâl,
      Riyakâr kulların yalandan yanar,
      Bu dünyada senin başına döner,

      Saraya gel Gâzi baba saraya,
      Sen düşürdün bir soğukluk araya.

      Işık dünya başımıza dar geldi,
      Gâzi baba hepisinden zor geldi,

      1947 Yılında, Emirdağ’ın Başkonak (Kolanşam) köyünün Arzılı mahallesine bir askerî uçak düşer. Hava Kuvvetleri tarihine geçen bu olayda iki pilot subay şehit olur. Şehit olan pilot subaylara, yörenin ünlü ağıtçı kadını Topakkız (Gülsüm Köse) uzun bir ağıt yakar. Konar-göçer Türkmen kültüründen motifler de taşıyan bu ağıdın derleyebildiğimiz mısralarında, ağıtçı kadının “yol (y)ıramış varamış köyüne” mısrasında söz ettiği “köy” “Hava üssü”, “Haber verin âşiretinin beyine” mısrasında kastedilen “âşiret bey”i ise “Filo komutanı, Paşa”dır.

      Duman durmuş Arzılı’nın dağına,
      Yol (y)ıramış varamamış köyüne,
      Haber verin âşiretinin beyine,
      Gurbanlar olurum yaralı beyim,
      Arzılı buraya aralı beyim.

      Yeni çıkmış subayın da birisi,
      Telde galmış saçların derisi,
      Duydum’ola anasıynan garısı,
      Gurbanlar olurum yaralı beyim,
      Tayyare buraya aralı beyim. (Yaldızkaya 1992: 88)

      Sonuç olarak; ağıtlar kişilerin özgeçmişleri olduğu gibi, bir bakıma toplumların da özgeçmişidir. Zira, bir milletin tarihi serüvenini ağıtlardan izleyebiliriz. Cephede, düşmana karşı verdikleri mücadelede çektikleri sıkıntıları, şehit ya da gâzi oluşlarını, cephe gerisindeki açlığı, kıtlığı, hastalığı ve içindeki ihaneti; bunlara karşı verilen mücadeleyi ağıtlarımızda görürüz. Şehit düşen ve gâzi olanların isimlerini belki tarih kitaplarında göremeyiz. Ama bunların analarının, bacılarının, yavukluları ve bu milletin hislerine tercüman olan âşıklarının söylemiş olduğu ağıtlarda isim isim bulabiliriz.Sözlerimi şâir Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dizeleriyle bitirmek istiyorum.

      Kitaplarda değil türkülerde ara Yemen’i,
      Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni.

      YORUMLAR

      Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.