Din Nedir

Genel anlamıyla, bir ya da daha çok sayıda insanüstü ve doğaüstü kutsal varlığa ya da simgeyetapınma olarak kabul edilen bir kavramdır. İnsan ruhunun doğaüstü bir varlığı tanıma ve anlama, onunla doğrudan ilişkiye girme çabası, yaradılışın sırrı ve yaratıcının beli bir yönteme göre tanımlanması olarak da düşünülebilir. Din üzerinde din bilginlerinin ve felsefecilerin değişik görüşleri vardır.
Dinsel inancın kökeni çok eskilere dayanır.
Dinsel nitelikli izlere tarih öncesi insanların yaşadığı mağaralarda bile rastlanmaktadır. Bu yüzden dinlerin tarihini ilk insanlarla birlikte başlatmak yanlış olmaz. Bugün bile Amazon bölgesinde ya da orta Avustralya’da yaşamını ilkel bir biçimde sürdüren kimi kabilelerde, kökeni çok eskilere dayandırılabilecek simgesel ama çok güçlü bir dinsel inanca rast-lanılması bu görüşü doğrulamaktadır.
Her çağ ve her uygarlık döneminde görülen dinsel nitelikli inanışın gerçek ereği, inananlarına göre dünya ve yaşamın kaynağı olduğu varsayılan olağanüstü ve yaratıcı tanrısal bir varlığı tanımak ve bu gerçeği insanlara benimsetmektir. Animizm ve fetişizm: Tanrısal bir varlıkla kurulmak istenen ilişkiyi yansıtan ilkel davranış biçimleri demek olan ilkel dinler, genellikle animizm ve fetişizme dayanırlar.
Animizm, yalnızca insanların değil, bitkilerin, nesnelerin hatta doğal belirtilerin de birer canları olduğunu benimseyen bir görüştür. Insanoğulunun birçok ve karşıt güçlerin egemen olduğu bir dünyada yaşadığına inanan animister, hayvanları, ağaçları, nehirleri, taşları, dağları, yıldızları ve gezegenleri dost yada düşman olarak görürler. Animist toplumlarda dinsel törenler, dost güçlerin başarıya ulaşmalarını, düşman güçlerin de insanlara zarar vermemelerini amaçlayan büyü niteliği kazanmıştır.
Fetişizm ise, ilkel insanların, içinde bir ruh, büyüsel bir güç ya da cin bulunduğuna inandıkları fetiş adı verilen nesnelerden kaynaklanır. Renkli taşlar, az rastlanan deniz kabukları, boynuz, pençe, post, deri ve bez parçaları fetiş olabilirler. Fetişistlere göre, bu nesneler, kendilerine adakta bulunan ya da önünde tapınanlara yardımda bulunurlar.
Animizm ve fetişizmi gerçek dinler dönemi izlemiştir. Bu dönemlerle birlikte büyü ve benzeri yöntemler bir yana bırakılarak, bireyle tanrısal varlıklar arasında daha olgun bir ilişkiye geçilmiştir. Gerçek dinler denilebilecek bu inanış biçimleri, tanrısal varlığın algılanış biçimine göre ikiye ayrılır.
Dünyayı yaratan ve yöneten tek bir tanrıya inanma ve tapınma düşüncesine tektanrıcılık (monoteizm); türlü biçimlerde tasarlanan ve türlü işlevleri olan birden çok sayıda tanrıya inanma ve bu inanma çevresindeki kutsal tören ve tapınmalara çok tanrıcılık (poleteizm) denir.
Eski tanrılar: Eski dünyanın bütün dinleri, Hıristiyanlığa kaynaklık eden Musevilik dışında çok tanrılıydı. Bu çağlardaki insanların inandığı tanrılar gerçekte, doğa güçlerinin birer insan gibi ya da yönetici birer tanrı gibi algılanmasından doğmuştu.
Bu inanışlar, ilkel insanların kendilerini, çevrelerindeki olayları anlama ve açıklamaya çalıştıkları destan ve efsanelerde görülebilir. Buna örnek olarak Herodotos’un kaleme aldığı ilkçağın ünlü mitoloji anlatıları riyada ve Odisseia’da doruğuna çıkan Yunan tanrılarının yaşamı gösterilebilir.
Yunan tanrıları insanların uğraşlarını da simgelerler, örneğin, güzel sanatları dokuz Musa, ticareti Hermes, savaşı Ares, şarap üretimini ve bolluğu Dionysos yönetirdi. Romalılar Yunanlılarla ilişkiye girmeden önce az sayıda tanrıya tapmıyorlardı. Ancak daha sonra Yunan tanrılarını, adlarını değiştirerek benimsediler. Böylece Hermes Merkür; Ares Mars; Dionysos Baküs adını aldı.
Yunanlıların baba tanrısı Zeus da Giove oldu. Aynı Zeus, Mısırlılarda Ftâh’a, Iranlılardaysa Hürmüz’e dönüşmüştür. Bu çağlardaki dinsel inanışlara göre tanrılar da tıpkı insanlar gibi davranışlarda bulunuyorlardı. Örneğin, yerler içerler, çocuk sahibi olurlar, kendileriyle boy ölçüşmeye kalkanları cezalandırır, öç alır, kin tutarlardı.
Çin’de yaşayan Konfüçyüs, iranlı Zerdüşt, Yunanlı Sokrates, Aristoteles, Platon gibi düşünürler, çağdaşları insanların inandığı tanrılardan çok daha farklı birer tanrı düşüncesi oluşturmuşlardır. Onların düşüncelerinin izlerine Musa dininin kutsal kitabı Tevrat’ta da rastlanır.
Musevilikten Hıristiyanlığa: Tentanrılı dinlerin en eskisi olan Museviliğe göre, tanrı kendiliğinden var olan, çoğalma-yan, ölümsüz ve maddesiz bir varlıktır. Tanrı her şeyi bilir ve görür. Dünyayı ve insanları yaratan odur. insanlar, ilk insan olan Adem’in işlediği bir günahın cezasını çekmektedir.
Bu dünyadaki yaşamdan başka, öbür dünyadaki yaşam da vardır. Beden ruhtan farklıdır. Musevilik, ahlak, kurallar ve yurttaşlık hakları olarak üç temele dayanır. Sina Dağı’nda Musa’ya aktarılan buyruklara “On Emir” adını veren bu dinin taraftarları, bütün toplumsal sorunları bu emirlerin içinde görürler.
Hıristiyanlığa inananlar, Isa Peygamberin tanrının oğlu olduğunu, onun insanlığı kurtarmak ve huzura kavuşturmak amacıyla insan kılığında yeryüzüne indiğine inanırlar. Hıristiyanlığa göre bütün insanlar eşittir. Herkes birbirine yardım etmelidir. Hıristiyanlık sevgi ve sevecenlik üzerine kurulmuştur. Bu din de öbür dünyanın varlığını kabul eder. Ancak, kapalı toplum oluşturmaya çalışan Musevilerin tersine bütün dünya insanlarını birbirine yaklaştırmak ister.
Hıristiyanlığın ana kuralı “tes-lis”tir. Teslis tanrının bileşmiş üç ayrı kişi halinde düşünülmesi demektir. Bu üç ayrı kişi Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tur. Hıristiyanlığın kurucusu Isa Peygamber, Filistin’de doğdu. Doğduğu gün olarak kabul edilen 25 Aralık, Hıristiyanlarca kutsal bir gün olarak Noel adıyla kutlanır.
Ayrıca doğduğu yıl, miladi takvimin başı olan sıfır yılı olarak kabul edilmiştir. Isa otuz yaşlarında dinini yaymaya başlar. Museviler ve Roma devleti yöneticileri isa’ya karşı çıkarlar. Isa, düşüncelerini kabul eden arkadaşlarıyla (Havarilerle) yemek yiyerek (son yemek) Zeytin Dağı’na çıkar.
Aynı gece tutuklanır. Mahkemede “Tanrının oğlu musun?” sorusuna “Evet” der ve. bu yüzden çarmıha gerilir. Hıristiyanlar isa’nın göğe uçtuğuna ve tekrar yeryüzüne döneceğine inanırlar. Bu dinin kutsal kitabı incil’dir. Kısa sürede yayılan Hıristiyanlık, Roma devletine egemen olduktan sonra kimi Ortadoğu toplumları, kuzey ve orta Avrupa’da yayılmış, zamanla bütün dünyada tanınan bir din olmuştur.
Müslümanlık: Tek tanrılı dinlerin sonuncusu Müslümanlık, dünyanın en büyük dinlerinden biridir. Hz. Muhammed’in kurduğu bu dinin kutsal kitabı Ku-r’andır. Müslümanlık 610 yılında, Hz. Muhammed’e Hira Dağındaki bir mağarada, ilk vahyin gelmesiyl’e başlamış.
Hz. Peygamber’in (632’de ölümüne dek geçen süre içinde, zaman zaman gönderilen emir ve ilkelerle tamamlanmıştır. Müslümanlığın getirdiği ilkeler üç bölümde toplanabilir: 1- inançla ilgili hükümler (akait), 2- ibadetler hakkındaki hükümler (ibadet) 3-Insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen hüküm ve kurallar (muamelat).
Başlangıçta büyük zorluklarla karşılaşan ve ilk altı yılda ancak 40 inananı bulunan Müslümanlık, 622’de Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hic-retiyle hızla yayılmış ve on yılda bütün Arabistan Yarım-adası’nda benimsenmiştir. Müslümanlığı diğer büyük dinlerden ayıran en önemli özelliklerinden biri. Peygamberi tarafından bir devletin kurulması, böylece yayılmasını ve korunmasını sağlayacak maddi bir gücünün olmasıdır.
Müslümanlığın inançla ilgili altı temel ilkesi vardır. Bunlar Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet gününe, iyilik ve kötülüğün yalnızca tanrıdan geldiğine inanmaktır. Bu ilkeler uyan kimse Müslümanlığa inanmış, inançla bağlanmış sayılır. Ancak tam Müslüman olabilmesi için beş koşul daha yerine getirmelidir. Bunlar da Kelime-i Şahadet getirmek; yirmidört saatte beş vakit namaz kılmak; ramazanda oruç tutmak; varlıklı kişiler için zekât vermek ve yine varlıklı insanlar için yaşamlarında bir kez hacca gitmektir.
Müslümanlık insanların bireysel ve toplumsal yaşantısıyla ilgili yenilikler de getirmiştir. Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir: Müslümanlık insanlar arasında doğuştan bir eşitlik olduğunu açıkladı ve ırkçılığı reddetti, tefeciliği yasakladı. Kadınlara o dönem için ileri sayılabilecek haklar tanıdı. Bilimi destekledi. Zekât kurumuyla toplumsal adaleti sağlamaya çalıştı. Yöneticilerin halkça seçilmesiyle cumhuriyet ilkesine dayanan devlet sistemi benimsendi. Başka birçok yenilik de getiren Müslümanlık, günümüzde özellikle Asya ve Afrika olmak üzere bütün kıtalara geniş bir şekilde yayılmıştır.